Büyük ve eşsiz birilerini düşünmeye çalışıyorum günlerdir. Ya da bilmiyorum belki aylar oldu, belki de yıllar, kim bilir. Tüm hareket adamlarını düşündüm. Devlet adamlarını, strateji uzmanlarını, iktisatçıları, askerleri ve din adamlarını. Her alanda lider insanlar düşündüm. Çok büyük insanlar tanıdım diyebilirim. Siyasetçilerin bir manevra ustalığının ötesine geçemediğini, enerjilerini ahlak ve maneviyata sarf eden din adamlarının ise iktisat ve siyaset sahalarında kısır olduğunun farkına vardım.
Evet, büyük insanlar tanımıştım fakat eşsiz kimseyi bulamamıştım. Bu sefer hem büyük hem de eşsiz birini bulmaya koyuldum. Hayatın her sahasında silinmez izler bırakıp giden biri lazımdı bana. Bir rehber olmalıydı bu. Yolumu aydınlatmalıydı.
Hayatın her sahasında zirveyi temsil eden tek kişi lazımdı bana. Onu aradım yıllardır. Hem hikmet hem de akidesinin mücessem ehli olan Rehber’ imi aradım. Sonunda en büyük devlet adamını buldum. Devlet adamı olduğu kadar eşsiz bir askerdi de. Kanun koyuculuğunun yanında en büyük ahlakçıydı da. Maneviyat âleminin en parlak ve yücelerden yüce dini bir rehber buldum. Ne güzel bir rehberdir O.
Günler sonra seni buldum Rehber’im. Ya da aylar, yıllar sonra kim bilir. Acıyla ıslanan minik gözlerimle yâd ediyorum şimdi seni. Biliyorum sınırlı ve fani olan bir güç, ezeli ebedi mutlak bir güçle birleşmedikçe bütün bunlar vücut bulmaz. Biliyorum yaptığın bütün bu inkılaplar dağların tepelerin başka bir yere taşınmasından zor bir iştir. Ama sen en öndeydin Rehber’im. Sen en öndeydin. Öncüydün. Yılmadan yıkılmadan direndin küfrün tüm renklerine. Senin özgürlüğün tam anlamıyla bir inkılaptır. Bir özgürlük inkılabıdır. İnsanı içten içe saran, kanında ilmik ilmik dolaşan, yeryüzünü dört bir yandan saran, değişik şekillerde vücut bulmuş, putları yıkan bir inkılap.
Bu seni öylesine eşsiz kılıyordu ki Rehber’im. Sen sadece dünyevi putları yıkmak ile kalmadın. Zührevi putları yerle bir edip inanç dünyasındaki bütün putları kırdın. O’(c.c) nun hiçbir ortağının olamayacağının mutlak bir biçimde ortaya koyduğun gibi vücudun derinliklerinde olan bütün putları yerle bir ettin.
Bu seni öylesine eşsiz kılıyordu ki. Öyle bir inkılap hareketi başlattın ki Sultan’ım. Masaya, kasaya ve nisaya karşı olan tüm putları yıktın. Evet, bütün putların renk ve şekillerine karşı bir inkılap yaptın Sen.
Senin peygamberliğin öyle eşsiz idi ki Rehber’im. Bilal’i Habeşî ile ırk ve renk taassubuna karşı bir inkılap hareketi başlattın. Rezil ırkçılık putuna karşı bir inkılap başlattın. Rengi, ırkı, dili yıkan ve kalplere yalnız ve yalnız Allah’ın korkusunu yerleştiren bir inkılap yaptın sen. Vahye ve itaate dayalı bir inkılap. Ne güzel bir inkılaptır bu.
Bu seni öylesine eşsiz kılıyordu ki. Defalarca aynı şeyi tekrarlıyordun. Biz seni duyuyorduk. Evet, "Kabileciliğe ( kavmiyetçiliğe) çağıran bizden değildir. Kabilecilik gayreti ile savaşan bizden değildir. Kabilecilik gayreti üzerine ölen bizden değildir.”
Bu seni öylesine eşsiz kılıyordu ki Rehber’im. Senin inkılabın sosyal ayırım ve sınıf düzenine karşı bir inkılap idi. İnançlardaki çarpıklığa savaş açan bir inkılap. Zulme, tecavüze, azgınlık putuna karşı bir inkılap. Ne güzel bir inkılaptır o. Bu seni öylesine eşsiz kılıyordu ki. Sen köleleri eşya ya da hayvan mertebesinden insan mertebesine yükselten bir inkılap gerçekleştirdin. Ne güzel bir inkılaptır o.
Ey Rehber’im! yeryüzünün doğusunda ve batısında gece gündüz milyonlarca sesin bir ahenk halinde “La ilahe illallah Muhammedu’r rasulullah” kelime-i tevhidini haykırması ve on dört asır boyunca hiç değişmeden, susmak nedir bilmeden, ebedi olarak devam etmesi senin zaferini belgeleyen en parlak ve canlı delil değil midir?
Senin zaferin savaş alanında elde edilen bir zafer değildir. Bu zafer hayatı içinde kavrayan, tarihin ve dünyanın akışını, kaderini etkileyen evrensel bir olaydır. Çünkü senin inkılabın varlığın derinliklerine kök salmış insanlığın gönlüne yerleşmiş ve hayatın bütün yollarımı tutmuş bir ruhun zaferidir. Ne güzel bir zaferdir o.
Bu seni öylesine eşsiz kılıyordu ki Rehber’im. Şimdi imanın derinliklerinden gelen ebedi sözlerin çınlıyor kulağımda, "Allah'a yemin ederim ki ey amca! Bu davayı bırakmam karşılığında güneşi sağ elime verseler, ayı da sol elime indirseler, yine de davamdan vazgeçmem. Allah bu davayı ya zafere ulaştırır ya da uğrunda helâk olurum." Ne müthiş ne muazzam ve ne kadar sarsıcı bir olay, ne kadar güzel bir zafer, ne güzel bir inkılaptır bu Rehber’im. İşte o gün kazandın efendim. Vicdandaki mutlak imandan fışkırır gibi sarstın Kureyş'in vicdanını.
Bu seni öylesine eşsiz kılıyordu ki Rehber’im. Sonra Ashabın geçiyor gözlerimin önünden serverlerin, yeryüzünün yıldızları, Kur’an-ı kerim'in pratikteki yaşayıcıları geçiyor.
Çünkü biliyorum ki Kur'an-ı kerim canlı bir kişi halini almadıkça asıl fonksiyonunu icra edemeyecekti. Hudeybiye’den ashabının sözlerini de duyuyorum şimdi. “Ey Rehber! Allah sana zafer ve fethi nasip edene kadar senin önünde kılıç sallamak veya ölmek üzere biat ediyoruz.”
Ben yanında değildim Sultan’ım. Ama annemi ve babamı yanıma alarak geliyorum sana. En başta nefsim, sonrada anam babam sana feda olsun ya Rasulullah!
Sen Allah(c.c) katında o kadar faziletlisin ki, Allah u Teâlâ sana yapılan itaati zatına yapılmış kabul ediyor. Kim peygambere itaat ederse muhakkak Allah’a itaat etmiş olur. Ya rasulullah en başta nefsim sonrada anam babam sana feda olsun.
Evet, Allah bu davaya zaferi ve fethi nasip edene kadar senin önünde cihat etmek, kılıç sallamak veya ölmek üzere biat ediyorum sana. Feda ediyorum bu nefsi. Kendimi feda ederek yolluyorum selamımı. Selam olsun Rehberliğine. Selam olsun yüce inkılabına. Selam sana.