Arkadaş grubu, sosyal medya, girilen ortamlar gibi çevresel etkenlerin içine çocuğumuzu salarken “Çocuğumuzu yürek terimizle büyüttük, görevimiz bitti çok şükür” mü diyoruz, yoksa her zamankinden çok daha mı titiz oluyoruz? Tabii ki de titizlik daha bir baskın ailelerde. Peki, titizliğin baskın olduğu bir aile sisteminde nelere dikkat edilmeli ve ne ölçüde tedbir konulmalı?
Bir tavuk gibi hareket etmeliyiz. Dikkat edin tavuklar civcivlerini her türlü etkiden korur, himaye eder. Zararlı kişileri onlara yanaştırmaz. Bunu aileye modellediğimizde şu tablo çıkar karşımıza: Çocuklarının onuruna ve tercihlerine saldırılmayacak şekilde arkadaş ortamları hakkında her zaman bilgi sahibi olmak, hem ailenin hem de çocuğunun hayatını kurtarır. Çünkü edindiğimiz tecrübeler gösteriyor ki aileden kopuk veyahut gizli bir yaşantısı olan çocuk, her kötülüğü yapabilecek bir potansiyele sahip olmaya başladı. Bakınız uyuşturucu müptelası 8 yaşındaki çocuklar görüyoruz. Ergenliğin verdiği savrukluklarını bir daha toparlamayacak hale gelen gençler görüyoruz. Yanlış arkadaş seçimleri, ne istediğini bilememenin verdiği başıboşlukla ve en önemlisi ailenin durumdan haberdar olmamasından dolayı nice çocuk ve gençlerde uçurumun kenarında kalma halleri oluyor. Maalesef bu cevherlerin bazılarını da kaybediyoruz. Peki neden? Peygamberimiz “İnsan, dostunun dini üzerinedir” der bu konuda. Arkadaşlarımız bizi doğru yola da sevk edebilir, yanlış yola da. “Peki, çocuk ve genç yaştaki bireylerde bunu kavrayabilme yüzdesi ortalama yüzdesi ne kadardır?” diye bir soru gelse cevap olarak en fazla %35’lik bir oranı görürüz. Ya peki %65lik boşluğu kim doldurmalı? Tabii ki de anne-babalar. Olumlu arkadaşlıklar üzerine tecrübelerini çocuklarına paylaşarak çocukların rol-model almalarına ve arkadaşlıklarını bu kriterlere göre değerlendirmeyle de yaparak yaşayarak öğrenmelerine yardımcı olabilirler. Yani anne-babaya yine büyük işler düşüyor.
Anne babaların en büyük sıkıntılarından birisi de şu: çocuğum geri zekalı. Standart dışına çıkmamış hiçbir insan geri zekâlı değildir. Peki ya nedir? Farklı bir zekâ alanına sahiptir veya o düzeye gelmemiştir hala. İşte bunu görmeli ve çocuklarımıza bunun gerektirdiği şekilde davranmalıyız. Fakat böyle bakılmadığında ne oluyor? Einstein’ın da dediği gibi “Siz bir balığı uçma yeteneğiyle değerlendirir, onun yeteneksiz olduğunu düşünür ve ona aptal muamelesi yaparsanız; balığa aptal olduğunu kabul ettirmenin yanında, yüzme yeteneğini de elinden alırsınız.” Hem Allah’a inanıp hem de “Biz hiçbir şeyi boşu boşuna yaratmadık” sözüne karşı gelerek davranırsınız alimallah. Peki ya ne yapılmalı bu çocuklara? Sıkıntılı bölümle ilgili durum değerlendirilip, çözüm yolları üzerinde durularak yapılan planlı bir çalışmayla bu sıkıntı giderilebilir. Bazen ne yapsak da bir faydası dokunmuyor ve çocuğumuz o konuyla ilgili hiçbir gelişme gösteremiyorsa çözüm yolu olarak şunu yapmak en doğrusu olur: Farklı uğraş alanlarından yararlanarak davranışları o tarafa yönlendirilebilir. Tabi bunu yaparken onurunu kırmadan yapmayı unutmamalı. Çünkü her insan özeldir ve sırf bir kusurundan dolayı hakarete uğratılarak, diğer alanlara karşı soğuk bir şekilde bakmasına sebep olmak doğru bir davranış değildir. Bunun için sabır ve samimiyet dolu bir anlayışın gerektiği de unutulmamalıdır. Peygamber Efendimizin, anlama kapasitesi yüksek-orta-düşük olan karışık sahabe topluluğuna, bazı cümleleri en az 3 defa söylemesinin hikmeti de budur.
Suffa Mektebi’nde bütün sahabeler eğitim görmüş müdür? Bütün sahabeler savaşta kılıç mı kuşanırdı yoksa ok atanlar, mızrak atanlar veya gezici sağlıkçılar da mevcut muydu? Ya peki bütün sahabeler okuma yazma bilir miydi? Cevabımız hayır, değil mi? Ya peki Peygamber Efendimizin çocuklara, kadınlara, yaşlılara ve özürlülere savaşma konusunda izin vermemesinin sebebi neydi? Cevap belli: Her insanın zayıf ve üstün yanlarını bilen bir anlayışa sahip olduğu için, göreve en uygun kişileri nokta atışıyla bulurdu Peygamber Efendimiz. Efendimiz, insanın harcanmasını en büyük israf olarak sayardı tabiri caizse. Peki ya biz? Bizler Peygamber’in yaptığı gibi mi yapıyoruz? Zayıf ve üstün yanlarının farkında mıyız çocuklarımızın? Cevabımız evetse, amenna. Fakat cevabımız hayırsa, çocuklarımızın bu yönlerini keşfetmeliyiz. Denemeye değer ve önemli bir iştir. Yarın öbür gün meslek seçimi, eş adayı seçimi konusunda problemler yaşadığında nokta atışında bulunarak önerilerde bulunursunuz ona. Başarılarının değerini artırırsınız aynı zamanda. Bilinmeli ki sahip olunan elmasın kaç grad olduğunu bilmek, ne kadar değere sahip olduğunu bilmeye yardımcı olur.
Kişide duyarlılık çok önemlidir. Gazze’ye yüreği yanmayan; Suriye’ye aldırmaz gözle bakan; Mısır, Afganistan, Çeçenistan, Arakan ve mustazaf bırakılmış nice Müslüman halklara karşı kör, sağır, dilsiz, olan bir insan görmek ister misiniz karşınızda? Ya yetimleri gördüğünde başını okşamayan, bir özürlüyü gördüğünde yüreği parçalanmayan, Afrikalı çocukların o içler acısı halini gördüğünde gözünden bir yaşın gelmesini esirgeyen duygu yoksulu bir insan görmek ister misiniz karşınızda? İstemezsiniz değil mi? Öyleyse çocuğunuza duyarlılık eğitimi verin. Duyarlılık bir toplumsal bilinç mekanizmasıdır. Ve toplumlar, duyarlı bireylerin azimleriyle yücelir veya yerin dibine batar. İşte bizim yapmamız gereken, Peygamber’in de dediği gibi “...Ağlamayan gözden Allah’a sığınırım” demek ve duyarlılığımızı artırması için Allah’a sığınmak. Bunu yaparken çocuklarımız için de istemek.
Önerilerimizin en sonuncusu, öğrenci-veli-öğretmen dayanışması konusunda. Cemaat aklıyla büyütülen bir nesil olan ebeveynler bilir “1’e 27” oranını. Aynı anda Ahmed de de Bilal de akşam namazını kılıyor fakat Bilal, Ahmed’e oranla 27 kat daha çok sevap kazanıyor. Hatta sadece imamın arkasına geçip imamın yaptıklarını taklit ederek. Ya peki neden 27 kat? Çünkü bütün, onu oluşturan parçalardan daha büyüktür, daha anlamlıdır. Bir sandalyenin 4 ayağı vardır. Her bir ayak bizim yükümüzün aslında hem %25’ini, hem de %100’ünü taşır. Neden mi? Çünkü o sandalyenin ayağı olmasa biz o sandalyeye oturamaz ve o %25’lik eksiklik, sandalyeden faydalanmayı %0 haline getirir. Zaten Kuran’da bunun için “Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı sarılın ve sakın ayrılmayın” diyor. İşte bu birlikte hareket etme mekanizması da öğrenci-öğretmen-veli işbirliğine de yansımalı. Okula göndermekle bitmiyor her şey, çocuğun cebine üç beş kuruş tıkıştırmakla da... Peki ya nasıl olur? Çocuğun dış etkenlere karşı en çok yoğunlaştığı öğrenme zamanlarında öğretmen, çocuğun dikkatini toplayarak hayatın teorik kısmında ona yardımcı olmaya çalışırken; baba da bu işin pratik kısmını gerçekleştirerek çocuğun sağ-sol kanatları haline gelmelidirler. Bilinmesi gerekir ki: Kuş tek kanatla uçamaz.
Sonuç olarak şu müjdeyi vererek bitirelim. Çocuğunu eğiten, onun dini ve fıtri ihtiyaçlarını en iyi şekilde sağlayan ebeveyn; öyle bir nimete gark olur ki, bunun haddi hesabı olmaz. Çünkü amel defterinin kapandığı bir zamanda 3 amelden birincisidir “Salih evlat yetiştirmek”. Mantığı da rahmet harikasıdır. “Bir iyiliğe sebep olan, o iyiliği işlemiş gibidir.” ayetinden yola çıkılır burada. Düşünsenize kendisine ve ümmete hayırlı bir evlat yetiştirmişsiniz. Cennetler sizin olur. İşte o zaman bu söz daha anlamlı hale gelir:
Yere ekenler göğe bakar...