Dinle Neyden-Mevlânâ
Yüreğimizin derinliklerden neş’et eden bir bağ vardır onunla. Yüzyılları aşan bir soluktur, bizlere. Nice alimler, aşıklar, veliler; Rabbe giden yolda onu kılavuz edinerek yürüdüler. Yol yürünecek denli büyük bir rehberdi zira. Gönülden gönüle kurulan bağın, hasretin, ayrılığın, fenafillahın en derinlikli vechesini onda görürüz. Bizim gibi kuru kuruya bilgiyle değil, yaşanmışlığın en yakıcı haliyle meczolduğundan dolayı, ölümsüzdür eserleri. Kimden bahsediyorum? Tabiki de Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî’den… İklimine daldım, haddim olmayarak Mesnevi’nin ilk 4 beyitinden kâm alayım dedim. Lakin aldığım gam oldu, çoğunlukla. Gelin dize dize şerh edelim, şerha şerha içimizi kanatalım, beraber gamlanalım, nemalanalım bu hikmet pınarından. Haydi bismillah.
1.Dinle Ney’den duy neler söyler sana,
Şikayeti vardır ayrılıklardan yana.
B hafriyle başlar Mesnevi’ye, Mevlânâ. B… Mevlânâ’nın b harfiyle başlamasının hikmetini anlamak lazım öncelikle. Zira büyük bir sırrı beslemekte. Kur’an’ın özü Fâtiha’da, Fâtiha’nın özü Besmele’de, Besmele’nin özü b harfinde, b harfinin özü ise gerilmiş yatay bir yayın altında duran bir noktadadır. Ancak anlamayan veya ucunu bucağını karıştıran için tafsilat üstüne tafsilat gerekir. 18. beyitin sonunda da Mevlânâ, “Sözü kısa kesmeli, vesselam…” der. Zira açıklama ihtiyacı, ilmin dağılışındandır. İsmi meçhul bir ârifin “Ehl-i irfânım deyu kimseye tân etme sen / Defter-üddivân’e sığmaz söz gelir, divâneden”beyanıyla anlarız ki marifet, bizler gibi çok sözle hakikatin nümayişini yapmak değildir. Bazen bir nazarın dediğini ciltlerce kitap dahi yazmaz.Suskun olmak, bilgisizliğin değil, derin bilginin bir alametidir çoğu zaman. Zira şair Hayâlî de bir beyitinde “Hakkı biz bulduk zannetmesin ashab-ı kâl / Cûylar (nehirler)çün erdiler deryaya,hâmûş (suskun) oldular.” der. Bundandır ki Nehcü’l-Belağa (belağat kaynağı) sahibi Hz. Ali, (Allah sırrını mukaddes eylesin) “İlim bir nokta idi. Cahiller onu çoğalttı.” der. Kur’an’ın en büyük suresi Bakara’ya da ismini veren, İsrailoğulları’nın işi yokuşa sürmek adına tafsilata girmesi değil midir? Sonra Rableri, onların yolunu zorun zoruna sürmüştü.
Bişnev… Dinle diye başlıyor Mevlânâ. Zira bu yol, biz lafazanlar gibi konuşmak yolu değil. Konuşarak, tanınarak bir yerlere gelmek isteyen bir neslin alması gereken en önemli dersi, Mevlânâ veriyor ilk beytinde. Dinlemeden konuşamaz, manayı anlayamazsın, diyor. Resul-i Emin(Sallalahu Aleyhi Vesellem), Cibril-i Emin’den 3 kere “ikra” ayetini dinledi. Önce “Ben okuma bilmem” dedi. Meselenin kitap okuma olmadığını ikrar edince, ikinci İkra’da“Neyi okuyayım?” dedi. Hazır olduğunu anladığında Cibril-i Emin, üçüncü kez “İkra” dedi ve Alak Suresinin ilk 5 ayetiyle ilahi sırrı beyan etti. Bizim de öncelikle hakikatine varmamız gereken, dinleme edebidir.Dinleyen kainâta, mahlukâta, insana ve dahi kendine saygı duyandır. Dinlemeyen ise sürünür yerlerde, esfeles-safilin gibi. Peki nerden dinle? Bişnev bin-ney…
Ney… 9 boğum, bir başpâre… Kainat’a bakan vechesi de var ney’in, insana bakan vecheside. Kainat’a bakan kısmından anlarız ki bir tane arz, 7 sema, kürsi ve başlarında arş… İnsan-ı kamilde ise 7 delik, gözler, kulaklar, burun, ve ağız… Ağızdan çıkan beyân, Kürsi’yi; beyindeki akıl-ruh da,arş’ı temsil eder. Peki ney’i neden dinlemek gerek? “Çunhikayet mi koneed, ez cüdayi ha şikayet mi koneed…”
Özünden kopuşudur ney’in şikayeti de, hikayesi de.“Dostumuz ney’in sadece yanık sesini dinlemekle kalma, onu da dinle lakin o hazin öyküsünü anlamaya da çalış.” der Mevlana. Ayrılıktan şikâyeti olmayan var mı ki? Anadan, evlattan, yardan, vatandan ve dahi candan... Elestbezminde Rabbinin “Elestubirabbikum? (Sizin Rabbiniz değil miyim?)” sualine karşılık binbir onaylayıcı cevap varken, diye diye “Belâ” demişti kul. Ve belalar bulmuştu insanı. Zira kâmil insan olması adına belalara girmesi gerekti. Yoksa Tîn Suresi boşuna mı indi? Ahsen-i takvim’denesfel-i safilin yolculuğuna göz atmak gerek bunun için.
Ruhlar âlemindeki cennetten, dünya alemine geçişi takdir edildi insanın. Dünyadaki ilk durağı, yine bir cennet, ana ocağı,cenin’di. Sonra asıl dünyaya atıldı, baba ocağına… Oksijenin yakıcılığından olsa gerek ilk nefesi, âhı, ağlamaya döndü.Sonra da ayrıldı baba ocağından. Akıttığı yaşlar, bazen dışına taştı göz pınarlarından, bazen de içine aktı ney gibi, içre içre. Bazen sesi çığlık oldu, bağırdı avaz avaz; bazen de ney gibi tiz bir sadâ yükseldi figan figan. Zira “Hubbul vatan, minel iman” demişti bir hadisinde, Cevami-ul Kelim (Sallalahu Aleyhi Vesellem). Ve bir yol beyan etmişti, insan-ı kamil adaylarına, bir başka hadiste: “Dünyada bir garip ya da kimsesiz bir yolcu gibi ol.” Vatanımız cennet, ayrılığımız dünya hali… Vaziyetimiz bir garip yolcu… Cennetten kopup gelen bir nefha, ney… Âhımıza kardeşlik eder ney. Zira o da aynı firaktan demlenmiş. Neler yaşamış bir bakalım mı? Devâmı gelecek demde.
………………………………………………………………………………………………………
2. ‘“Beni, kamışlıktan kestikleri an,
Kadın erkek, inledi feryadımdan.”
Sazlıkta bir kamıştır, önceki hali. Özü suyla, başı rüzgarla mecz olmuş halde. Cennet misal... Sonra alırlar onu ve keserler, kabuklarını soyarlar. Özünden de kopar, başından da… Ya yakar ya da güneş altında bekletirler, ki fazlalıklarından arınsın. Sonra da içine delikler açar, demir halkalar yerleştirirler, ilim-edeple dolsun deyu. Ve arif bir kimse alır ve üfler neye. Ve o an bir hu nefesi çıkar neyden, haşyetle. Ama herkes anlamaz onu. Bazıları hikâyesinden haberdar… Mâsivâ muhabbetinin idrakinevaranlar, hemdert olanlardı onlar. Bazıları bihaberlerdi neyin aşık olduğu sahadan, bu sebeple feryat ettiler. Feryatları henüz mâsivâdan kopamayışın saç baş yoldurtan pişmanlığıydı zira. Aşık olamıyorsa insan, en azından aşıklara muhabbet etsin ki, onun rahmetiyle belki felaha ere. Peki amaç nedir? Amaç, evvelki hale, cesed hududunun içine sığmadığı deme, sükun haline tekrar erişmektir.
3. Geçmek için, aşk derdinin şerhine,
İsterim; hicranla yanmış bir sîne.
Âşıklık namına yakışan, yanmaktır, kolsuz kanatsız kalmaktır. Şerha şerha yarılınca içi, perişanlığa adım atar. Perişanlığın menziline giren, aşk kanadıyla uçar. Kulak asmaz o vakit, ağyarın dediklerine. Hiçbir şey korkutmaz onu gayrı. Zira “Ölmeden önce ölün” sırrınca fenafillah olan, dünyevi metaın kölesi olmaz. Zira bilir ki Rabbinin vechine dayanmayan her şey fanidir. Ney de öyle bir vaziyette dost arar kendine. Damdan düşenin halini, ancak damdan düşen anlar. Aşk ile mecz olmuş derviş ister bu sebeple; yanmış, kurumuş, ciğerleri yarılmış ney. Bu sebeple zikrullâhın en derini, seher vaktindedir. Gönlün şerha şerha yarıldığı dem… Peki neyin sadasıdır bu, niye yanar sine?
4. Asıl yurdundan uzak düşen biri,
Kavuşma zamanını bekler, geri
“Hubbul vatan, minel iman.” Demiş Şah-ı Resul(Sallallahu Aleyhi Vesellem). Acıların, gurbetlerin, ayrılıkların ve dahi çilelerin en büyüğünü yaşayan kişi olarak… Hatırlayıverelim bir kere. Babasından garip doğdu, annesine doyamadan ayrılık gamı girdi araya, dedesiyle de tam hasbihal edemedi. Evlendi, erkek çocuklarının mürüvvetini göremedi, kader hep kız çocuklarının ızdırâbınıizhar ettiO'na. Memleketi Mekke’den ay(ı)rıldı, habis ruhlar sebebiyle. Her dem vuslatı içinde sakladı. Ya Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî?.. O da ayrılmadı mı Belh’ten, vatanından, hocalarından, arkadaşlarından ve tekrar tekrar Şems’inden?
Ya biz?..Çeşitli dertlerle sınanıyorken insanlık; özlediği sükûneti, sâfiyeti, güzelliği aramıyor mu? Her arayan bulamaz. Lakin bulanlar, hep arayışın, vuslatın derdine düşenlerdir. Arıyorsak bir amacımız olmalı değil mi? Zira vuslatı hedef edinmeden gidersek, her rüzgâra kapılan yaprağa döneriz. Bu sebeple yol da mühimdir, yâren de, maksad da. Kişiyi Hakka çağıran vesileler edinmeli insan, kemali arzu ediyorsa.Namaz, oruç, hac, zekat, ezkâr, evrâd, Allah dostlarına muhabbet, ila ahir… Her hayrın peşine düşmeli;kurbiyete, vuslata muhabbetin nişanesi olarak. Gaye Rabbe kavuşmak, vuslata erişmek olmalı.Peki Rabbimize vuslata giden yolda, yolu kolaylaştırıcı kimdir? Bunu Rabbimize sorarsak cevap belli: Yolumuzun rehberi, Naim kulların Serveri, Hâtem-ülEnbiyâ,Hazreti Muhammed Mustafa (Sallallahu Aleyhi Vesellem)… Bu hakikati Ahzab Suresi 21. Ayette “Gerçek şu ki, Allah'ı ve ahiret gününü umanlar ve Allah'ı çokça ananlar için, Allah'ın peygamberinde, güzel örnekler vardır.”Buyuruyor,Allah-ü Azîmuşşân.Hz. Mevlânâ da:“Ben yaşadığım müddetçe Kur'an'ın kölesi ve Hz. Muhammed Mustafa'nın (Sallallahu Aleyhi Vesellem) ayağının tozuyum.” Dert bir beytinde Öyleyse yolumuzuResulullâh'ın ( Sallallahu Aleyhi Vesellem) yoluyla birlemeli;ÜstadBediüzzaman’ın o latif ifadesiyle, Kevser-i Kur’anî’den süzülen tatlı, büyük bir havuzu kazanmak için, bir buz parçası nevindeki şahsiyetimizi ve enâniyetimizi, o havuz içinde eritmeliyiz.
Rabbim bizleri, hakikat yolunda fena bulan ve aşkın ateşiyle yanmayı en büyük murâdı eyleyen naim kullarından eylesin!