Ramazan Risalesi (Üstad Bedüizzaman Said Nursi)
“Şehr-u Remadane’l lezî unzile fîhi’l Qur’an…” (Bakara Suresi 185. Ayet)
Bismillehi’rrahmenirrahim!
Zamanı ve içinde konsantre zamanları yaratan Rabbimize hamd olsun!
O sayısız güzelliklerin yer aldığı konsantre zamanlardır ki “eyyamin me’dudât/sayılı günler” olarak anılır. Bu zamanlar, Rabbimizin vazettiği, önemine dikkat çektiği, kulluk bilincinin zirvelere çıktığı fırsat zamanlarıdır, kıymetini bilene. Bireysel manada herkesin göreceli bir zamanı varsa da Rabbimizin mührüyle mukaddesatı tasdiklenmiş olan bir zaman vardır: Ramazan ayı!
Ramada kökünden gelen ve altını tenekedenayıran ateş manasına da gelen bu ayın hikmeti ne ola ki?
Rabbimiz neden oruçtan ziyade önceliği “Kur’an’ın indirildiği ay” oluşuna verir?
Rabbimizin rububiyetini ve uluhiyetini kavramamızda ne gibi yansımaları olur?
Kişiyi aç ve susuz bırakmaktan maksat nedir?
Ramazanda öncelik doymak mıdır, doyuma ulaşmak mıdır?
Nefsi terbiyede oruç, nasıl bir rol oynar?
Oruç, toplumsal ilişkileri hangi boyutta etkiler?
Nimet, ikram ve lütuf nedir?
İnsan neden oruç tutmak durumundadır?
İnsan, bu soruları soramadan edemiyor. İşte bu yazımda bu soruların cevabı olan ve içinde barındırdığı hikmetlerden dolayı Ramazan ayında çokça okunması gereken bir eseri tanıtmak istiyorum. Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin 29. Mektub’da yer verdiği ve nuraniyetine binaen müstakil küçük bir risale olarak da istifademize sunduğu Ramazan Risalesi eserinden esinlendiklerimi aktarmaya çalışacağım. Rabbim satırlarımızda yazdıklarımızı isabetli ve sadırlarımıza sirayetli eylesin!
Rahmet, mağfiret ve cehennem azabından kurtuluş ayıdır, Ramazan.
Kur’an-ı Kerim’in indirilmeye başlandığı ve içinde orucun tutulduğu ay…
Kadir Suresi’nde de beyan edildiği gibi bin aydan daha hayırlıdır, Ramazan.
Doğruyu eğriden ayırma, gidilecek yolu bulma konusunda açıklamalar ve insanlara rehber olarak Kur’an’ın indirildiği aydır.
Okuyanın kendince istifade edeceği bir mertebe ayıdır da.
Açlık zırhıyla süfli hacetlerden ve boş işlerden sıyrılan insanın, Kur’an-ı Kerim’i yeniden inzal oluyormuşçasına okuduğu aydır.
Öyle bir okuyuş ki, insan o ayetleri belki Resulullah’tan, belki Cebrail Aleyhisselam’dan, belki de mütekellim-i ezeli olan Rabbimizden dinliyormuşçasına okur. Rahmet, mağfiret ve hikmet kapılarının açıldığı bir vaziyete erişir insan. Vahyin doğduğu Kadir Gecesi bin aydan, yani 80 küsur seneden, yani bir ömürden daha hayırlı olurken, vahyin içine dolduğu insanın halini varın siz düşünün.Bu sebeple Kur’an ayı oluşunu önceliklidir.
Gerçekten de Ramazan’da okunan Kur’an’ın hem kıraati, hem anlaşılması, hem de hayata yansıması daha farklıdır. Zira ilahi bir bayram, Rabbimizin güzel bir sergisi ve muhteşem güzellikleri barındıran ruhani bir meclistir Ramazan. Ahiret ticareti için gayet karlı bir pazar, uhrevi hasılat için gayet verimli bir zemin, amellerin güzelliklerinin yansımasının görüldüğü Nisan mevsimi gibidir Ramazan. Nefsin hayvaniyetten melekutiyete terfi etmesine vesilen olan orucuyla, kıraatiyle, ezkarıyla, evradıyla, vesair binbir neviyle Ramazan, büyük hikmetleri barındıran bir nimettir. Öyle bir nimet ki fani ömrü, baki nimetlere gark eder. Tabi bu rahmet pınarından istifade etmek yerine inat edip de kıraatinden de, siyamından da istifade etmeyerek manevi susuz kalanların ne derece kayıpta olduğunun da bilinmesi gerekir.
Envai çeşit nimetlerle donandığı halde alışmışlığın gaflet perdesiyle kapanan gözlerimiz hakikati göremez. Nimetin kıymetini anlamanın en önemli yolu, yokluğuyla imtihan edilmektir. Ve bu yoklukla imtihan edilmenin verdiği saikle Müslüman, derin bir ubudiyetle Rabbinin Uluhiyetine daha bir içten teslim olur, nimetin farkına varır. Evet, bir kuru ekmek, bir kap su, çoğu kimse için sıradan şeylerken oruç vesilesiyle insan, bu nimetlerin ne derece ehemmiyetli olduğunu ve bunları veren Mün’im-i Hakiki’ye (C.C.) teşekkür edilmesi gerektiğini anlar. Şükrün anahtarı olur oruç. Ve oruç, insana Rabbinin rızasını kazanmak adına gerektiğinde helalden bile vazgeçebilme erdemini verir.
“Oruç, açların halinden anlamaktır” denilir. Oysaki asıl maksad, açların değil, açlığın halinden anlamaktır. Zira her insan ne derece fakr içinde olsa da kendinden düşük bir insan bulacaktır ve hepsinin ortak paydası, aç ve susuz kalmak olacaktır ki, oruç bunu sağlar. Bu sebeple empati yeteneğinin gelişmesini ve toplumda fakirle zengin arasında bağ kurmayı da sağlar oruç. Fitre sadakasının bu aya mahsus kılınması, zekâtın bu zamanlarda verilmeye çalışılması da bu minvaldedir. Zira insan, açlığın verdiği eşitleme ve yüklediği ruh haliyle daha müşfik, merhametli ve yardımsever olur. Bu mecburiyet olmasa, o ruhu yakalamak pek mümkün olmaz.
Nefs aczini, fakrını, zayıflığını, musibetlere hedef olduğunu ve yok olacağı gerçeğini unutur çoğu zaman. Kendini hür sanan nefs, aslında nefis taamların ve şehavatın tutsağı olduğunu oruçla kavrar. Ebedilik gafletine dalar ve nimetlerin içine dalar da dalar. Oysa “Kullu men aleyha fan” sırrınca nefs, fani olduğu hakikatini unutursa, sürüklediği kötü ahlak sebebiyle kişinin hem dünyasını hem de ahiretini mahveder. İşte mideye ket vurarak oruç, kişideki aczi, fakrı ve zaafları hatırlatır. Rivayete göre Firavun, hayatı boyunca bir kez bile hastalanmamış. Baş ağrısı bile çekmemiş. Allah ona hiç dert vermemiş çünkü onun tarafından hatırlanmak istenmemiş. Küfran-ı nimetle yaşanmış bu hayatın sonu, son pişmanlığın fayda etmediği bir tevbe olmuştur. İşte Allah-u Teâlâ, bu acıklı sonla karşılaşmamasını murad ederek sevdiği kullarına oruç nimetini verir, dergâh-ı izzetine kabul buyurur, rahmet kapısını çalmasına fırsat verir. Bize düşen bu fırsatın kadrini kıymetini bilmek olacaktır.Ya firavun gibi her istediğimizi elde edip, Allah’ın kendisini unutturduğu kişilerden olsaydık?
Maazallah…
Hikmetleri de kendisi gibi bereketli olan orucun binbir vechesi vardır. Bir hadis-i şerife göre;Rabbimiz nefsi çeşitli imtihanlardan geçirmiş ve “Sen kimsin, ben kimim” sorusunu sormuştur. Hepsinde cevap aynı: “Sen sensin, ben benim!” Ama açlıkla imtihan edilince cevap “Sen Rabb-i Rahim’imsin, ben de senin aciz bir kulunum” olur.
Riyazetin en önemli mertebelerinden biri, mideyi aç bırakmaktır. Diğer dinlerin meditasyonlarında da, Mevlevilerin çilehanelerde de en iyi riyazet yöntemi, açlıktır. Japon bilim adamı Yoshinori Ohsumi 2016'daki araştırmaları sonucunda orucun otofaji, yani hücrelerin yenilenmesine ve temizlenmesine iyi geldiğini ispatlayıpNobel ödülü almaya hak kazanmıştır. Zira durmadan çalışan bir bünye, dinlenmeye muhtaçtır. Orucun bu faydalarının yanında tahattur etmemiz gereken bir hikmeti vardır:
Ramazan ayında asıl maksat, manevi ikliminin feyzine varmaktır.
Göz, kulak, kalp, hayal ve fikri oruç tutturmaktır asıl mesele.
Dili yalan, gıybet ve kötü sözden arındırarak Kur’an tilaveti, zikir, salavat, istiğfar ve tesbihle sulamaktır maksat.
Gözü namahremden, kulağı kem sözlerden arındırıp ibrete ve kıraate matuf bir vaziyete tebeddül ettirmektir maksat.
Kalp, ruh, akıl, sır, ve bedenin diğer uzuvları, midenin ağlamasına mukabil masumane güldürmektir maksat.
Kısaca bedeni aç bırakmak değil, ruhu doyuma ulaştırmaktır maksat.
Üstad Bediüzzaman’ın dikkat çektiği bu hakikatleri, Mevlana’ya nispet edilen bir vecize ile maksadımızı hülasa edecek olursak:
“Ekinden maksat buğdaydır, saman kendiliğinden gelir.”
Rabbim Kitap’tan ayırmasın!
Selam ve dua ile…