Fıkhu’s Siyre (Ramazan el-Bûtî / 2.kısım- Medine Dönemi)
Üstad Ramazan el Bûtî'nin eserinde bizlere anlattığı Nebevî iklimin hissemize düşen hikmetlerini almaya, Medine durağından devam edelim. Rabbim tespitimizde isabet buyursun!
Akabe Biatleri ve ilk öğretmen Hazreti Mus'ab bin Umeyr'in (Radiyallahuanh) örnekliği ile yüreklere ekilen tohum; önceliğin devlet fethi değil, yürek fethi olduğunun en büyük alâmetidir.
Resulullah'ın (Sallalahu Aleyhi Vesellem) Medine'ye varınca yaptığı ilk iş cami inşasıdır. Zira cami, toparlayıcılığı ile müminlerin birliğini sağlar.
Bu birliği kuvvetlendiren ise Ensar ve Muhacir Müslümanların kardeş kılınmasıdır.
İnsanlığın medar-ı iftiharı olan bu kardeşlikten sonra yapılan ise, kurallarını Müslümanların oluşturduğu, yaptırım gücü yüksek, şehrin diğer sakinlerini de kapsayan Medine Vesikası’dır.
Bu üç husus ile Resulullah (Sallallahu Aleyhi Vesellem), bizlere bireysel ve sosyal düzenin oluşturulmasının yanı sıra, diğer toplumlarla nasıl bir ilişki kurulacağını ve onlarla bir arada nasıl yaşanacağını daöğretir.
İslam tarihi, genellikle savaşlar üzerinden anlatılır. Zira savaşlar, insanların gerçek yüzünü izhar eder. İslam, savaşlarında bile barış dini oluşuna halel getirmeyecek derecede güzel örneklikler arz eder.
Resulullah(Sallallahu Aleyhi Vesellem) döneminde taarruz amaçlı saldırılar hakikattir, inkâr edilemez. Bu, İslam'ın barış dini oluşuna halel de getirmez. Lakin Müslümanların savaşlarının çoğu savunma amaçlıdır. Öyle ki çoğu insan, İslam’ın ‘savaş ve esirlere muamele hassasiyeti’ vesilesiyle İslam’a girmiştir. Bu bağlamda savaşlara genel hatlarıyla bakarsak şu mesajları görebiliriz:
Bedir Savaşı, Müslümanlara “Üzülmeyin, gevşemeyin. Eğer inanıyorsanız, en üstün sizsiniz!” (Al-i İmran Suresi, 139) ayetinin fiili bir hitabıdır. Kulun gücünün bittiği yerde, Rabbi’nin(Celle Celaluhu) ona yettiğinin bir diğer ifadesidir
Uhud Savaşı yenilginin, zaferlerden daha tesirli oluşunun nişânesidir. Uhud’da Resulullah’ın (Sallalahu Aleyhi Vesellem) sözünü dinlemenin önemi, mal hırsının zararı, münafıkların tahrip etkisi, dinin Hazreti Peygamber’in (Sallalahu Aleyhi Vesellem) ömrüyle sınırlı olmadığı ve yere düştüğünde ayağa kalkabilmenin kodları vardır. Hendek Savaşı’nda ise istişarenin ve sabır-sebatın önemini anlarız.
Yahudilerle yapılan savaşlar, onların Medine Vesikasındaki hükümlere uymamaları, hile yapmaları; zarar vermek, hatta öldürmek için Müslümanların ve Hazreti Peygamber’in (Sallallahu Aleyhi Vesellem) arkasından iş çevirmeleri sebebiyledir. Resulullah’ın (Sallallahu Aleyhi Vesellem) buna karşı tutumu ise doğru yola çağırmak, o da mümkün değilse fitnelerini engellemek adına onlarla savaşmak ve uslanmamaları sonucunda onları beldeden kovmak oldu. Zira fitne, katilden daha şiddetlidir.
Reci ve Zaturrika Vakaları, İslam’a ilimleriyle hizmet etmek ve çevresini o nurla aydınlatmak amacıyla hareket eden o pak neslin, habis ruhlarca suikaste kurban edilişinin en hüzünlü sahnelerini barındırır. Hazreti Hubeyb ve arkadaşlarının (Radiyallahuanhum) ölüme gülümseyen kametleri, Resulullah (Sallallahu Aleyhi Vesellem) uğruna kendinden vazgeçebilme erdemleri, dürüstlüklerinden taviz vermemeleri, büyük bir yankı uyandırmıştı.“Seni öldürmeye gelenler, sende dirilsin!” düsturuyla hareket edip hâzirûnun kalbine iman tohumu ekerek şehadete eriştiler. Selamlarını ötelerin ötesindeki Resulllah’a(Sallallahu Aleyhi Vesellem) ileterek…
Hudeybiye Anlaşması, yenilgi suretindeki danenin, fetih tohumu olarak toprağa salınışıdır. Zira Müslümanlar, anlaşmanın emniyetiyle dini Arap yarımadasına yayıp devleti büyütmüş, Mekke’nin kansız bir şekilde fethedilmesine zemin hazırlamıştı.
Mekke’nin Fethi, sonuçları bakımından İslam’ın barış dini oluşunun; aynı zamanda Resulullah’ın (Sallallahu Aleyhi Vesellem) stratejik dehasının ve “Âlemlere rahmet” oluşunun en mücessem halidir.
Mekke’nin Fethi bir son olmayıp, yeni başlangıç ve kazanımların öbür adıdır. Resulullah’ın(Sallallahu Aleyhi Vesellem) “Birinin senin elinle hidayet bulması, yeryüzündeki her şeyden daha hayırlıdır.” müjdesini duyanları ne durdurabilirdi ki? “Onların bu aşkı olmasa, diyarlarımızı ihya etmeseler, acaba şu an halimiz nice olur?” diye düşünmeden edemiyor insan.
Ve Münafıklar...Medine'ye hicretten beri Resulullah’ın (Sallallahu Aleyhi Vesellem) ve müminlerin moralini en çok bozan, onları üzen ne müşrikler, ne de Yahudilerdi. Bedir, Uhud, Huneyn’de, o meşum İfk Hadisesinde, Evs ve Hazrec’in kısa süreli sürtüşmelerinde, Râşid Halifeler devrindeki irtidad olaylarında, kardeş kavgası olan Sıffin ve Cemel’de, Hz. Ali ve Muaviye arasındaki çarpışmada… Elhasıl Medine İslam Devleti’nde hüzün ve fitneyi ateşleyen her olumsuz meselede baş aktör belli: Münafıklar...
Münafıklar,dinin berrak hakikatlerini tam anlamıyla idrak edemeyen saf gönülleri bulandırmak ve çıkarlarını korumak adına hareket ederler. Zor zamanda yüz çevirir, kardeşlerin arasını bozar, yalan söyler, iftira atar, söz verdikleri halde tutmazlar. Kısacası dışı başka, içi başka bir vaziyette bulunurlar. Peygamberî tabirle söyleyecek olursak: Ebu Cehil Karpuzu..
Kur’an-ı Kerim’de en çok onların özelliklerinin belirtilmesi, bizlere ders olmalıdır. Bu vesileyle nefsimizin her an nifaka sürüklenebileceği gerçeğini de unutmamalıyız. Hazreti Ömer’in (Radiyallahuanh) dahi kendisini garantide görmediği bir iman mücadelesinde, kendimizi fırka-i naciyeden sayma gafletine düşmemeli; nifaka götüren amellerden, yılandan akrepten sakınır gibi sakınmalıyız.
Hz. Ebubekir (Radiyallahuanh) devrinde başlayan irtidat hareketleri, imanın sineye yerleşmemesinin ne büyük bir yük olduğunu, toplumsal infial olarak gösterir. Ve bu zorlu infialler karşısında sebâtın ne büyük bir zırh olduğunu da...
İsmi adaletle musemma olan Hazreti Ömer (Radiyallahuanh) devrinde, Nasr Suresi'nde betimlenen, toplulukların fevc fevc İslam’a girişinin en muhteşem sahneleri canlanır.
Hz. Osman (Radiyallahuanh) devrinde zirvelerde dahi olunsa, tayinlerin liyakat esaslı yapılamadığında ne büyük yıkımlara gebe olduğunu görürüz.
Hz. Ali (Radiyallahuanh) devrinde ise her biri bir yıldız olan ashâbın dahi ihtilafa düştüğü bir fitne döneminde nasıl bir kamet gerektiğini, hak ve hakikatten taraf olmanın ne derece ağır bir yük olduğunu görürüz. İla ahir...
Denizden bir bardak su almakla deniz eksilmez, “deniz budur” da denilemez. Kendimce istifade ettiğim, ders ve ibretlerçıkardığım ve ancak köşeye sığdıracak kadarını kaleme dökebildiğim bu güzel siyer kitabını okumanızı tavsiye ederim. Belki sizler daha mufassal notlar ve daha derin hikmetler elde edersiniz. İkliminde güzelliklerin dedikodusunu edeceğimiz başka kitaplarda buluşmak ümidiyle... Satırlarımda işlediğim hakikatleri,sadırlarım(ız)a da sirayet ettirsin Rabbim!
Rabbim kitaptan ayırmasın! Bitti..