Evi ayakta tutan köşe taşı, şefkatin sembolü, sevgi limanı, evlatlarının ilk ve en etkili öğretmeni... Eşinin vazgeçilmez ve paha biçilmez değeri, okumak isteyen için en güzel kitap: Anne... Anneye en güzel hediye, sevgisiyle ruhunu yoğuracağı bir evlattır. Rabbi anneye bu “kutlu misafir”i verirken nice sıkıntılarına katlanma gücü verir.
Daha önceki yazılarımı takip eden okuyucularım bunu bilir fakat tekrarlamakta yarar var. Doğum sancısı, bakım, altını değiştirme, ağlarken susturma, doyurma, gecenin ortasında acıyla ağlayan çocuğuna bakma, uykudan olma... Bunlar uzatilabilir tabi. Fakaat... Bir annenin de dayanamayacağı, üstesinden gelemeyeceği, altında ezileceği sosyolojik, psikolojik ve fiziksel sıkıntılar da yok mu? Var tabi. Hangi kadın evladı karşısında kocasından şiddet görmeye ya da evlatlarının bir başkası tarafından türlü eziyetlere maruz bırakılıp bundan dolayı hayatından olmasına dayanabilir ki? Kadın ve çocuk; Allah’ın başta kocaya, genel olarak da topluma emanet ettiği iki değerli varlık... Peki bunları ne derece koruyabiliyoruz değerli dostlar? Şöyle bir bakalım mı tabloya?
Son yıllarda kadın ve çocuk mağduriyetindeki artış ürkütücü! 2011'de ceza davalarında mağdur çocuk sayısı 250 bin civarındaydı. 2012 senesinde 309 bine çıktı. 2010 yılında cinsel suç olaylarında 29 bin 616 çocuk mağdur oldu. Taciz edilip öldürülen bu çocukların bedenleri toprağa karıştı ama acılar taze. Kars'ta tecavüz edilip öldürülen dokuz yaşındaki Mert, Sakarya'da ailesiyle gittiği piknikte kaçırılıp, tecavüz edilip öldürülen yedi yaşındaki Ömer, Kırklareli'nde okula gitmek için evden ayrılan sonrasında kaçırılıp tecavüz edilerek öldürülen 10 yaşındaki İbrahim ve Adana'da vahşice öldürülen altı yaşındaki Gizem... Bunlar Türkiye'de son bir yılda yaşanan vahşi çocuk cinayetlerinden sadece birkaçı...
Kadın cinayetlerine gelirsek. Bu konuda pek fazla söz söylemeye gerek yok sanırım. Bırakın yılları, günlerden bahsediyorum dostlar. Açın gazetelerin 3. Sayfa haberlerini ve görün kadın cinayetlerini. Kendisiyle alay ediyor diye hanımının yüzüne kızgın yağ döken mi dersiniz, sokak ortasında döve döve öldürenini mi dersiniz... İstanbul’da yaklaşık 2000 boşanma başvurusunun nedenlerine baktığımızda %85’ini “şiddet”in oluşturduğunu görüyoruz.
Şiddetin baş köşelerde yerini bulduğu ülkemizde, gazeteleri okurken, televizyonları izlerken, internete girerken bunlarla ilgili haberler görmemek mümkün değil. En acısına geçen günlerde rastladım. İnsanlıktan nasibini alamamış katil kocanın sarf ettiği şu sözler ciğerlerimi parçaladı: "Her zaman nasıl dövüyorsam öyle dövdüm. Sonra da hastaneye götürdüm ama bu sefer öldü." Engelli çocuğu için belediye tarafından 300 lira verilen karısını, parayı vermediği için "öldüresiye" döven ve en sonunda öldüren bir adamın ifadesi bunlar. “Adam” kelimesine muhatab olmaya ne kadar layık, varın siz düşünün...
Peki bu kadar cinayet, baskı, şiddet, tecavüz ve caniliğe nasıl oluyor da alışıyoruz? Nasıl oluyor da bunları normal görebiliyor, bazen de kendimiz uygulayabilir hale geliyoruz? Bunda toplumun, sistemin, etki güçlerinin, Batılı toplum mühendislerinin ne derece payı var? Bunlara değinmeden olmaz dostlar.
Öncelikle toplumun kadın algısındaki geleneksel sakatlık en önemli etmen. Evet Müslümanız. Evet medeniyetimiz kadına değer vermede birçok medeniyetten daha bir üstün. Ama itiraf etmek gerekirse hala eksiklik ve yanlışlarımız var. Kadına ikinci sınıf muamelesi yapanlar azımsanamaz. Gelenekten gelmiş ve İslam kültürüyle yakından uzaktan ilgili olmamasına rağmen tassubun zirve noktalarında yerini bulan ve malesef İslamla ilişkilenen batıl inanç ve tutumlarımız bu konuda çok etkili. Kızlarımızı toprağa gömmüyoruz fakat değer verme, muhatab alma, toplumsal rol biçme konusunda erkeklerle kızlar arasında gözle görülür bir fark hala mevcut.
Aynı yanlışı ikisi yaptığında erkeği “Erkeğe bak be. Koçum benim!” gibi teşvik edici bir dille ödüllendirirken, kızı ise sadece kızın suçlandığı ve sonu öldürmeyle bitebilecek şekilde cezalandırabiliyoruz. İslam tefridi de ifradı da kabul etmez. Ne birine ceza yerine ödül verilmesini, ne ölçünün kaçırılmasını, ne de adaletin dışına çıkılmasını ister. Bir yanlışı iki taraf da yapıyorsa iki taraf da ya cezalandırılmalı ya da affedilmelidir. Cinsiyetlerinden dolayı birini göklere çıkarıp diğerine hayatı zindan etmek yakışmaz.
Biz erkekler güçlüyüz, kadınlarsa iyi konuşur. Yani birimizin el gücü varken, öbürümüzün dil gücü var. Müthiş intizam... Kadınların sözel saldırılarına karşılık onları anlamak yerine, kendimizi zeytinyağı gibi üste çıkarmak için güçlülüğümüzü kullanıyor ve şiddete başvuruyoruz. Eşi olunca her şeyi yapabilecek potansiyelde olduğunu sanıp “Kocası değil miyim? Döverim de severim de” diyenlerin, bunu uygulayanların ve kadını -afedersiniz- eşekten değersiz görenlerin; hor görülmediği, aksine desteklendiği bir toplumda kadın şiddetleri, cinayetler pek de anormal bir sonuç değildir dostlar. Bilinmeli ki Hz. Aişe gibi dili ateş parçası olan hanımına bir fiske dahi vurmamıştır Efendiler Efendisi.
Hayatımızda önemli kararlar almaya çalışırken yardıma ihtiyaç duyarız çoğu zaman. Her açıdan detaycı, sonuc değil süreç odaklı çalışan kadın aklından yararlanmak yerine; ona noksan akıllıymış gibi alaycı ve tahkir edici şekilde yaklaşmak ve “sen kadınsın, aklın ermez” gibi ifadelerle onurlarını kırmak; üzülerek söylüyorum ki toplumumuzun en önemli sorunlarından. Peygamber Efendimizin Hudeybiye dönüşü kurban kesme çağrısına sahabenin icab etmemesine çok üzüldüğünü gören Ümmü Seleme validemiz, “Yâ Resûlallah! Emrini bir daha tekrar etme. Belki muhalefet eder ve mahvolurlar. Fakat Sen, kendi kurbanlarını kes ve onlara bir şey demeden de ihramdan çık. Onlar verdiğin emrin kesinliğini anlayınca, ister istemez sana itaat edeceklerdir.” demişti. Peygamberimiz bu muhteşem öneriyi fiiliyata geçirdi ve gerçekten de işe yaradı. “Elinin işiyle erkek işine karışma” diyebilirdi Efendimiz, nicelerimizin yaptığı gibi. Ama demedi ve uygulamaya geçirdi hanımının düşüncesini. Şunu ders olarak çıkarmalıyız ki: kadın, düşüncesiyle de değerlidir. Öyleyse layık olduğu değeri ona vermeliyiz.
Toplumumuzun bozucu içsel dinamiklerine kısa bir değindikten sonra organik olmayan dinamiklerine de bakmalıyız. Ki bunlar etkinliğini artırdı son yarım asırda. Ne bunlar? Gazete, televizyon, internet, sosyal medya... Çağımızın en önemli silahları ne tank ne de tüfek dostlar. Kültürel emperyalizmin yeni boyutu, siber dediğimiz dünyada hayat buluyor. İsmine “toplum mühendisliği” dediğimiz bir mühendislik eseri bu. Toplumsal algıları değiştirmek ve yerine yenilerini yerleştirmek için bazen planlı, bazen de bilinçsiz şekilde oluşan bir mühendislik bu. Ve “kurbağa etkisi” diyoruz buna. Malumunuz kurbağalar sıcak suyu severler. Onları pişirmek için ılık suya katıp belli zaman aralıklarıyla ısıyı artırırlar. Kurbağa bunun farkında değildir. O, sıcak suyun tadını çıkarır. Sonuç: kurbağa haşlanmıştır... İşte kurbağaya yapılan şey bizlere de yapılıyor diye düşünüyorum dostlar. Nice hoş saldırılar yapılıyor algı dünyamıza. Sadece bir kanaldan da değil, her türlü kanaldan yapılıyor ve bazen saldırıyı yapanlar, yaptıklarının farkında bile değil; saldırılanların, saldırıya uğradığının farkında olmadığı gibi.
Parçalanmış aileler, kadın cinayetleri, çocuk kaçırma, tecavüz ve öldürme haberleri... Bunları konuşuyoruz son zamanlarda. Peki dikkatinizi çekmiş midir bilmiyorum ama gençlik filmlerinin reytinglerine baktınız mı? Son zamanlarda daha bir yükselişe geçmiş.
Toplumsal ters kimliğe sahip bireylerin hayatlarının canladığı dünyalar bunlar. Aile ilişkilerinde kopukluklar yaşayan, evlilik dışı ilişkilere sahip, alkol tüketmenin su içmek kadar doğal görüldüğü, karşı cinsler arası ilişkilerin yavanlaştığı dünyalar bunlar. Diğer yandan şiddet filmleri, adam öldürmeler, cinayet haberleri, toplu katliamlar, cinnet haberleri... Bir insanı öldürmenin bütün insanlığı öldürmek kadar kötü birşey olduğunu söyleyen Efendiler Efendisinin ümmeti olmamıza rağmen kan, şiddet, acımasızlık, sadizm, mazoşizm ve bilmem hangi tür saplantılarla yaşıyoruz. “İyi de gerçek değil ki bunlar. Hem demiyor mu hayal ürünü diye” diyerek savunmaya geçilebilir fakat dikkat ederseniz denildiği gibi “hayal ürünü” bunlar. Yani birileri tarafından gerçekleştirilmek için hayal edilen şeyler bunlar. Malesef gerçekleşiyor son zamanlarda. Ne Pamir’in, ne Gizem’in, ne Mert’in, ne de İbrahim’in cenazesini görmek isterdik ama gördük. Vicdanımız soruyor tabi: “Ne istedin şuncacık yavrudan?” Sonra bir bakıyoruz ki cani, psikolojik sorunlar yaşıyormuş ve önce tecavüz edip sonra öldürmüş çocukcağızı. Psikiyatrik bozukluğu olan birinin cinayeti gibi gelebilir bize ama hayır. Bu sadece o kişinin suçu değil. Ebeveyni tarafınmdan doğru dürüst yetiştirilmemenin yanısıra, medyanın bu konuda gizli bilinçaltı yönlendirmesinin de etkisi yok mudur? Azımsanamayacak kadar çok..
Başta sistem, sonrasında medya ve biz, suçumuzu gölgeleyerek çocuk tecavüzcülerine, katillerine ne yapılacağı hakkında konuşup çiziyoruz; bir insanın bu hale gelmeden önce neler yapılması gerektiğine kafa yormak yerine. Sistemin, toplumun yükünü alma sorumluluğu olması gerekirken, güttüğü politikalarla topluma yük olması ne acı... Toplumun ihyası için uğraşanları hapislerde ağırlarken, toplumun damarlarını tıkayan uyuşturucu satıcılarını, çocuk-kadın canilerini, fuhuşçularını ya salıyor ya da belli bir zaman tutarak sonrasında af ile yine salıyor. Köpekleri salıp taşları bağlar gibi... İşte galiba en büyük sıkıntımız da burda galiba. Sistem ve fertleri olarak hem sorunu görmezden geliyoruz, hem sorunu bitirmenin üzerinde düşünenleri engelliyoruz, hem de yaklaşımımızla sorunun büyümesine sebep oluyoruz. Sonunda oturup ağıtlar yakıyoruz. Kimse çıkıp da bu sorunların asıl kaynağına inip kalıcı ve kullanılabilir çözümler üretmiyor ya da güç dengesini elinde bulunduranlar, çözüm üreten insaların sesini kısıyor. Thomas Edison da, Nicola Tesla da ampulü icad etmişti. Ama Tesla’nın ampulünün bir farkı vardı: bakır tellere, elektrik direklerine ihtiyaç duymadan çalışıyordu. Bakır sanayisini ve kereste işletmelerini elinde bulunduranlar Thomas Edison’ı göklere çıkarırken, Nicola Tesla’nın ışığını söndürdüler. Galiba yüce değerleri savunan insanlar da Tesla’nın akıbetine uğruyor.
Durum böyleykenken hatalarımızdan vazgeçmeliyiz. Kadınlarımızla iletişim konusunda daha önce söylediğimiz gibi örneğimiz ve önderimiz olan Peygamberimize bağlılık gerekli. İnsanî iletişim kuraklığının en şiddetli olduğu bu zamanlarda Rahmet Peygamberinin hayatı bizlere rehber ve önder olmalı. Ve bilinmesi gerekir ki kadın, Rabbimizin bizlere en büyük emanetidir. Bizlere koruma görevi vermişse, emanetini istediği gibi almayı arzu eder Allah. Hem kadın kalbinde sevgiyi barındırır. Açmak ise hem kolay hem de güzeldir. Cennetin ayakları altına serildiğini biliyorken kadının ayaklarını kırmak bir erkeğe, hele hele Müslüman şahsiyetli bir erkeğe yakışmaz. Birbirimizin kalbini kırmak için bahane uydurmak yerine, sevmek için sebepler bulmak herkesin daha bir hayrına olur. Eşler arası iletişimde sorunlar olabilir ama yapıcı yaklaşımların sadece iki tarafı değil, ailenin diğer fertlerinin hayatını da değiştireceğini ve geliştireceğini unutmamak gerek.Ve bilinmeli ki aile bir bahçedir. Onda neyi ekerseniz, odur ürün olarak gelecek olan. Geleceğin gönül insanlarını yetiştirmek de elimizde, geleceğin ahlak yoksunu tecavüzcü katillerini yetiştirmek de... abdullah ayyıldız