Endülüs Emevi devleti, şu anda İspanya ve Fransa’nın sınırlarını kapsıyordu. Endülüs’te İslam hâkimiyeti 711 yılında büyük komutan Tarık bin Ziyad’ın öncülüğündeki Emevî ordusunun İspanya’ya girmesiyle başlar. 800 yıl boyunca İslam’ın hüküm sürdüğü diyardı. Burada Müslüman Arapların azınlıkta olmasına karşın hüküm Müslümanların elinde idi. Burada gayri Müslimler yani Hıristiyan ve Yahudiler ve diğer ırklardan insanlar mevcuttu. Müslümanlar oraya gidip yerleştikleri ve yönetimi ellerine aldıktan sonra, herkesin özgürce dinlerini yaşamalarına müsaade edip, herkese eşit ve adil davrandılar. Yerlilerin çoğu İslam’la müşerref olmuştur. Zamanla büyük bir medeniyet inşa edilmiş, Avrupa’nın göbeğinde sayılabilecek büyük devasa şehirler ve yapılar, saraylar inşa edilmiştir. Hatta Avrupalılar burada kurulan Kurtuba, El Hamra ve daha bir çok şehrin güzellikleri, ihtişamlarını, saraylarını görmek için akın akın gelip oradaki medeniyet ve sanata hayranlıklarını gizleyemiyorlardı. Endülüs bu şekilde lüks ve refah içinde iken Avrupalılar kendi içlerinde kavgalı ve medeniyetten uzak sefil bir hayat yaşıyorlardı. Endülüs‘te Muhyiddin ibni Arabî, İbni Rüşd, İbni Bâce, Zerkâli gibi birçok âlim yetişmiştir.
Avrupa’nın göbeğinde bu şekilde oluşan büyük Endülüs Emevi Medeniyeti daha sonra iç çekişmeler, Müslümanlar arasındaki ırkçılık, yönetimlerin halktan uzak bir hayat sürdürmeleri, adaletsizlikler, hukuksuzluklar, güvensizlikler, kısır tartışmalar, ahlaki yozlaşmalar, her yerde serbest içki kullanımı ve satışları, fuhşiyat ve nemelazımcılık gibi toplumsal hastalıklar çoğalmış, haksızlık ve zulüm baş göstermiş, insanlar bu kadar günaha da izin vermiş ve kaçınılmaz son olmuştur. Ortaçağ Avrupası’nın hatta dünyanın seyrini değiştiren bu muazzam medeniyet 1492 yılında bütün kütüphaneleri yıkılıp, medeniyeti ayakta tutan bütün kitaplar yakılarak yok edilmiştir. Oysa tarihçiler ve bu işin uzmanları, bu Medeniyet bir yüzyıl daha ayakta kalmış olsaydı, tüm Avrupa İslam ile müşerref olacağını söylerler.
İlk Müslümanların kanları ve cehtleri ile kurulan bu medeniyet ne yazık ki, zamanla toplumun ve yöneticilerin şahsi çıkar ve menfaate dayalı dünya görüşleri bu güzelim İslam Medeniyetinin sonunu getirmiştir. Endülüs, Müslümanlar için İkinci Kudüs’tür. Endülüs yeterince işlenmediği için belki başkaları için çok şey ifade etmez. Oysa Endülüs medeniyeti her Müslüman’ın kanayan yarasıdır. Daha sonra, Endülüs düşünce sadece medeniyetleri, kütüphaneleri, sarayları, şehirleri harap olmakla kalmamış, çoğu dinlerinden döndürülmüş, çok kötü işkencelerden geçilmiş, kaçabilenler kaçmış, kalanların bir kısmı ya dinlerinden döndürülmüş, ya da öldürülmüştür.
İşte burada insanın aklına gelen husus, Allah’ın yeryüzüne koyduğu yasalardır. Yeryüzünde bozgunculuk, adaletsizlik, güvensizlik, hortumlama, ırkçılık, israf gibi toplumsal hastalıklar bir toplumun içine sirayet edince, felaketler ve olumsuz olaylarla karşılaşma durumu söz konusu olabilir. Bu pencereden bakınca; bizimde şu anda yaşadığımız toplumsal hastalıklara karşı, toplum olarak ve yönetim olarak sessiz, lakayt, vurdumduymaz, nemelazımcılık gibi olumsuz davranışlar karşısında kötülere, daha fazla cüret ve izin verilmesi kaçınılmaz olarak kötülüğün yaygınlaşmasına sebebiyet verecektir. Kötü ahlakın ve kötülerin çoğalması sonucu; orada adaletten, huzurdan, güvenden, insan emniyetinden ve güzel ve kaliteli yaşamdan bahsedilemez.
Bu durumda yaşadığımız toplumun bu yöne doğru gittiği her halinden bellidir. Bu nedenle toplum olarak ve yönetim olarak kaliteli bir yaşam, güven veren bir hayatın inşa edilmesi için herkesin üzerinde düşünmesi ve çıkarması gereken ders vardır. Herkes samimice İslam’ın ve yüksek ahlakın kendisinden beklediği ve yapması gerekenin yapması için gayret gösterse, toplum olarak iyi bir hayat kurmuş ve mutlu bir toplum ortaya çıkartabiliriz. Her şey birey olarak bizim ve yönetimin cehdine kalmıştır.