1914‘tü, bilmediğim yerlere götürüldüm. Düşmanla savaşmak için. Düşman bu topraklara göz koymuş dediler, ümmetin namusuna, Din-i Mübin’e. Dünyanın adaletine, toprağımın yeraltı ve yer üstü zenginliklerine. Bu ümmet yıllar boyu düşmana eğilmedi. Adaleti götürdü gittiği yere, bunun için bu ümmete zillet yakışmaz dediler. Ve çıktık bilinmez yollara, yürüdük Çanakkale dedikleri yere. Düşmana geçit vermemek için, bu ümmetin namusuna halel gelmesin diye, bu ümmetin çocuklarını kimse kendisine alet etmesin diye, küffarın dayatmacılığına rıza göstermesinler diye, küffar geleceğimizi sömürmesin diye. Ve geleceğimiz olan çocuklar için teker teker canımızı koyduk oraya, buraya orada.
Ve küffara geçit vermedik boğazdan. Kalan kaldı orada, gelen geldi. Kendimizce zafer kazanmıştık. Emperyalist ülkeler, bu ümmete zarar veremeyecek, Batının lağım gibi değerlerini buraya akıtamayacak, giyim-kuşamlarını, dünya görüşlerini, ticari ahlaklarını, aile ilişkilerinin tüm modellerini buraya aktaramayacaktılar. Dinimizi ve adetlerimizi alaya alamayacaktılar. Dinini yaşayan, yaşatan ve öğreteni hor göremeyeceklerdi. İnançlarımıza uygun olarak eğitim veren kurumları kapatamayacaklardı. İnançlarımıza uygun elbiselerimizi üstümüzden alamayacaktılar. Âlimlerimize zarar veremeyecektiler. Bu ülkenin sermayesini sömüremeyecektiler, babalarının çiftliği gibi kullanamayacaktılar.
Ve şehrimize, köyümüze, mahallemize varır varmaz, dinlenir dinlenmez sesler gelmeye başladı. Herkes bir yerlere koşuyordu. Birileri saklanıyordu. Birileri eve kapanıyordu. Hızlı bir şekilde darağaçları kuruluyordu her yere. Ülkemde alışkın olmadığımız bir hava esiyordu. Alışık olmadığımız sesler duyuluyordu. Herkes birbirine baka kalmıştı. Ve herkes bunu soruyordu. Ne oluyor? Diye. Evet. Oysa ki biz düşmanın ülkeye girmesine müsaade etmedik, denizlere döktük diye söylenirdik. Peki, düşman denize dökülmüş ise bunlar kim? Her gün yeni idam kararları verilip masumlar infaz ediliyordu sokak ortasında. Hem de yedi âleme ibret olsun diye. Oysa bu asılanlar bize düşmana karşı savaşmayı öğretiyordu, eğitiyordu. Sonra sıra kıyafetlerimize geldi, kıyafetlerimize, peçelerimize el uzatıldı. Sonra, kutsal saydığımız, uğruna canımızı feda ettiğimiz kutsal kitabımıza el konuldu. Öğrenilmesine, öğretilmesine yasaklar konuldu birer birer. Köy köy arandı, tarandı eskiye dayalı eğitim vardır diye.
Ülkem de hektarlarca zeytin ağaçları kesildi, zararlıdır diye. Sonra vapurlarla zeytinyağı getirildi düşman eliyle memleketime. Sonra bu ümmetin insanını dillerine göre ayırdılar teker teker. Ümmet iken Millet olduk. Medreseler kapatıldı teker teker. Yetmedi yüzyıllardır kullandığımız alfabemize göz diktiler. Bilmediğimiz düşmanımızın kullandığı alfabeyi getirdiler önümüze. Karşı çıkınca topa tuttular şehir şehir, köy köy bizleri. Hayvanlarımızdan vergi alırken, kendileri keyf-u sefa içinde yaşıyordu. Yine anlayamamıştık ne olur diye. Bu ümmetin mirasını, kültürünü, kütüphanelerini adi ağıt niyetinde yabancı ülkelere gemilerle götürülüp satıldı az pahayla, geçmişle ilişiğimiz kesilsin diye, nereden geldiğimizi bilmeyelim diye. Herkes ne oluyor derken, yavaş yavaş çocuklarımızı, gençliğimizi, geleceğimizi kendileri şekillendirmeye başladılar. Derken bizi bizden çaldılar. Ve geriye hiç bir şey kalmamıştı. Artık gençler dedelerini, tanımıyordu. Dedelerinin davasını, uğruna çarpıştıkları değerleri bilmiyordu. Birbirlerine karşı çok yabancılaşmışlardı. Bir ümmet, bir millet bu kadar kısa sürede nasıl oluyordu da evrilir, değişir, kendi kendisine yabancılaşır, eskiyi unutur. Ama ben bunun için savaşmamıştım diye bağırıyorum. Bağırıyoruz. Sesimi duyan yok. Dipçikle susturuluyorum yıllarca. Oysa ki düşmanı yendiğimizi sanmıştık. Meğerse yanılmışız. Düşmanları yenmiştik aslında, ancak torunları kalmıştı burada ve başlamıştılar bir kere kıyıma; dinimizi yasakladılar, mabetlerimizi kirlettiler, ezanlarımızı Türkçe okutturdular, eğitim kurumlarımızı kendi batılı babalarının eğitim kurumlarına çevirdiler. Kızlı-erkekli okullar ürettiler. Kızlarımıza açık giyinmeyi öğretip, erkek çocuklarımızı modaya uymasını sağladılar hem de sevdirerek. Eskiye dair ne ahlak bıraktılar ne namus mefhumu. Yetmedi insanımızı birbirine kırdırttılar, kendi siyasi emellerine göre böldüler. Sonra bizi bize düşman ettiler. Kutuplaştırdılar bizleri. Ağlayacağız ağlanacak halimize, ancak yılmayacağız, unutmayacağız, unutturmayacağız.