Korona Virüs hastalığı şu anda tüm dünyayı tehdit altına almış durumdadır. Tüm dünya ülkeleri, düne kadar konuştukları ekonomi ve savunma sistemleri yerine bugün küçük bir virüs gündemlerini bir anda değiştirdi. Oysa özellikle teknoloji ve sanayi anlamda gelişen ülkeler gerçekte yaptıkları çalışmalar ve övündükleri mevzu yine aynı şekilde tüm insanlığı tehdit eden kimyasal ve toplu ölümlere neden olan silahlardı. Aynı şekilde tüm ülkelerin liderleri artık yenilemez ve süper güç oldukları yönünde bir kanıya ulaşmışlardı. Ancak bugün görünen o ki, küçük bir virüse karşı ne kadar çaresiz olduklarını görüyorlar.
Şu anda dünyada büyük bir panik var. Tüm insanlık tehdit altında ve insanlar kendilerini güvende hissetmemektedirler. Kısacası tüm insanlar zengin ve fakir herkes kendisini tehdit altında görmektedir. İnsanlar bu öldürücü virüsten korunmaya çalışırken diğer taraftan da aç kalma endişesi içerisindedirler. İnsan kendini güvende hissetmediği zaman psikolojik ve sosyolojik olarak bunalıma geçer ve hayattan lezzet alamaz. Demek ki insanların mutlu ve refah içinde yaşamalarının ortak değeri güvendir.
Şimdi, topluma bir göz atıldığında aslında insanlık sadece bir virüs hastalığı ile karşı karşıya değildir. Akıl ve mantık gözüyle topluma bakıldığında bunun günü insanlığı tehdit eden birçok sosyolojik hastalık belirtileri vardır. Toplumları ve ülkeleri yok eden sadece hastalık değildir. Birçok toplum ve ülkeler yok olmuştur. Ancak yok olan ve tarihten silinen birçok süper güç diyebileceğimiz devletlerin hiçte hastalıklardan yıkıldığına ve yok olduğuna şahit olmadık. Tüm devletlerin yok oluş ve toplumların çöküş sebeplerinin ortak özellikleri toplumun ahlaken çöktüğünden kaynaklandığını görürüz.
Tüm dünya ülkelerinde maneviyatsızlık hastalığı mevcuttur. Özelde ülkemizde de bunu açık olarak görüyoruz. Maneviyat; insanı insan yapan değerlerdir. Sevgidir, muhabbettir, değer gamlıktır. Kalp ve ruh temizliği, vicdan ve akılın olgunlaşmasıdır. Bunların olmadığı yerde; kin, nefret, egoistlik, çıkar, menfaat, neme lazımcılık ortaya çıkar. Tüm bu özelliklerin tanımı Ahlaksızlık olarak tanımlanıyor. Oysa inancımız insanı sadece midesi ve maddesiyle değil beden ve ruhuyla birlikte bütün olarak görür. İnancımız yüksek ahlakı övmüş ve inananların üstün ahlak sahip olmalarını emretmiştir. Çünkü sürekli maddi şeylerle meşgul olanlar maneviyatta anlayışsızlaşır, kalın kafalı olurlar.
Bunun için insan sağlığının korunmasında ve hastalıklarla karşı duyarlı olduğumuz kadar, insanın psikolojisini ve ahlakını tehdit eden maneviyatsızlıkla bu kadar duyarlı olmamız gerekir.
Anne babalar çocukların kendilerine kulak asmadıkları, inançsız ve terbiyesiz olduklarını sürekli müşahede ediyoruz. Çocuklarımızın ahlakını kim bozuyor? Sözlerimizi ciddiye almamayı, onlara aldırmamayı kim öğretiyor? Sosyal dayanışma, yardımlaşma ve hayır hizmetlerinde yarışma içinde olmaları gerekirken neden bu kadar sorumsuzdurlar? Kötü alışkanlıkları nereden öğreniyorlar? Tüm bu soruların muhatabı bu gençler ve çocuklar değildir.
Tüm bu sorunların muhatabı ve çözüm yeri öncelikle anne baba olduğu gibi genelde de; toplum ve sistemin kendisidir. Çocukların okula gitmesiyle eğitilmiyor, diploma alması onun üstün ahlaka sahip yapmıyor. Bu nedenle; Bugünkü neslin bu kadar tehlikede iken mutlaka herkesin üzerine düşen görev ve sorumlulukları vardır. Kötülükler sistemleştiğinden kötülüklere karşı ancak sistematik bir çalışmayla baş edilebilir. Bu yüzden özellikle yerel yönetimin bu konuda yapabileceği çok şey olduğunu düşünüyorum. Yerel yönetim gençlere ilişkin geleceğe hazırlık, devletine ve vatanına sahip çıkacak, milletin değerlerine saygıyı, sevgiyi ve topluma karşı görevlerinin ne olduğu hususunda işin uzmanları tarafından sürekli konferansla eğitilmeleri gerekir. Bu kötü gidişata duyarsız kalma lüksümüz yoktur. Yöneticilerin ve siyasetçilerin buna karşı harekete geçmeleri gerekir. Şu anda Korona Virüs’e karşı yapılan mücadele kadar bu maneviyatsızlığa karşı da bu kadar acil önlem ve çözüm üretilmesi gerekir.