Tarihte yaşanan sömürgeciliği okurken, sömürgecilik Fenikeliler, Persler ve Roma imparatorluğu gibi devletler, yaşadıkları dönemde belirli coğrafyalarda hüküm sürmüş ve egemen oldukları topraklarda insanları sömürmüştür. Sömürgeciliğin bu dönemde başladığı yazar tarih kitaplarında. Çağdaş anlamda sömürgecilik ise 15. yüzyılda başladığı 15. ve 16 yüzyıllarda İspanya ile Portekiz ve 17.yüzyılda Fransa ile Hollanda’nın, 18. yüzyılda Fransa ve İngiltere’nin, 19. yüzyılda ise İngiltere’nin egemenliğinde sürdüğü yazılır.
Bu zaman içinde sömürgeci emperyalist devletler, dünyayı, dünya insanını kıyımdan geçirmiş, katliamlar, sömürülen yer altı ve yer üstü zenginlikler, aç karna çalıştırılan köleler, bunlara karşı çıkan insanları öldürmekten çekinmeyen Batı barbarlığı iyice dünyanın bir kısmına zorbalıklarla hâkim olmaya çalışmıştır. Hâkim oldukları yerlere ilkin koloniler yerleştirmişler. Yani öncü birlik ve bunların içinde kendi memleketlerinden getirdikleri insanlarla buraları yönetmeye çalışıp, yerlilerin emeklerini, sermayelerini sömürmeye devam etmişler. Bu durum İkinci Dünya savaşına kadar devam etmiştir.
İkinci Dünya savaşı bitiminden sonra, sömürülen halklar geçte olsa sömürgecilere karşı çıkmış ve özgürlüklerini ilan etmişlerdi. Ancak geride enkazdan başka hiç bir şey kalmamıştı. Bunun üstüne sömürgeci-emperyalist ülkeler çekilirken; tamam çekiliyoruz, bizi istemiyorsanız işte gidiyoruz, demediler. Çekilirken kendi hesaplarına çalışacak ve onlara memurluk yapacak yönetim bıraktılar, yani sömürge valileri bıraktılar. Bu valiler halktan gibi görünen ancak halkla hiç bir illiyet bağı olmayan, halkın dokusu ile uyuşmayan, kibirli, halka yüksekten bakan, sömürgecileri aratmayan faaliyetlerde bulunan valiler idi. Halkın bayrağı vardı ve onları yönetende kendi ırklarından idi. Ancak yaşamda, günlük hayatta hiç bir şey değişmemişti. Halk ne zaman kendinden birini başa getirmek istese; hemen askeri darbelerle bertaraf edildi. Ve halk yine perişan, sefalet içinde, emeği ve sermayesi sömürülmeye devam etmiştir.
Yaşananları okurken insan ister istemez hayıflanır, üzülür, yapılan katliamlara, yağmalanan yeraltı ve yer üstü zenginliklerine, sömürülen emeklere, sefil duruma düşürülen insanlara, dağıtılan ailelere ve fakirlik akla gelir. İnsan üzülmekten kendini alıkoyamaz. Uzun uzun düşünür; bu emekleri sömürülen, köle gibi çalıştırılan insanların neden efendilerinin zulmüne , emeklerinin sömürülmesine karşı başkaldırmadıkları, kenetlenmedikleri diye…
Sonra okumaya devam edilir. Okumadan buraya, yani bu çağa, yani iflah olmaz zamana, bugünkü sömürüye, sömürülen emeklere, talan edilen coğrafyaya, başıboşluğa alıştırılan ve uyuşturulan gençliğe, yani bu zamana geliniyor. Ve düşünüyorum da, acaba bizim durumumuz bu anlatılandan çok farklı mı diye? Biz gerçekten özgür müyüz? Gerçekten inançlarımıza, tarihimize, kültürümüze ve geleneklerimize göre mi eğitiliyoruz bunlara göre mi yaşıyoruz. Bu değerlere göre mi yönetiliyoruz? İlişkilerimiz, ticaretimiz, komşuluk ilişkilerimiz, aile bağlarımız, ahlakımız bu saydığımız değerlere göre mi? Eğer bütün bunlar saydığımız değerlerimize göre ise demek ki sömürü-sömürgecilik bu mahalleden geçmedi demektir ve sorun yok demektir. Ancak eğer bütün bu saydığımız ilişkiler eğer inançlarımıza, tarihimize, kültürümüze ve geleneklerimize ters ise, bütün bu ilişkiler bu değerlerle örtüşmüyor ise; demek ki biz sömürülmüşüz, işgal edilmişiz. Ve halen sömürülen, işgal edilmiş durumdayız demektir.
Belki İspanyollar ve Portekizler, ya da Fransızlar ve İngilizler buradan geçmemiş olabilir, ancak bilinmelidir ki en büyük sömürü, zihinsel sömürüdür, zihinsel işgaldir. Ve bu zihinsel sömürü ya da zihinsel işgal, diğer sömürülen emekten, sermayeden, yeraltı ve yer üstü sömürülerinden, işgallerden daha tehlikelidir. Çünkü böyle bir sömürü; kendinizi, kendinize unutturur. Yani siz siz değilsiniz. Çünkü sömürüyü, işgali görmüyorsunuz, farkında değilsiniz. Yani her şeyi normal görüyorsunuz. Her şeyi yerli yerinde görürsünüz. Ancak durum hiç de zannettiğiniz gibi değildir. Bu durum sorgulanacak, irdelenecek kadar önemli bir durumdur. Şuanda en önemli ve öncelikli üzerine düşünülecek durum, zihinsel, kültürel ve siyasi sömürgeciliktir.
Dolayısıyla şuanda hem yerel, hem bölgesel hem ulusal düzeyde hangi durumdayız. Bu durumu aşağıdan yukarıya doğru, yani yerelden ulusal düzeye doğru parça parça irdelenmesi lazım. Üç ayrı fotoğraf, ilkin yerel bazda ki fotoğraf, sonra bölgesel bazdaki fotoğraf ve sonra ulusal bazdaki fotoğrafı iyi incelemek gerekir.