Özellikle modern hayata kendini kaptırmış, örf ve adetlerini hiçe sayan ve tamamen dünyevileşmiş, dini kurallara kulak asmayan, hayatı hevasına göre yaşamaya çalışan ve ne oldukları belli olmayan ideolojilere kendini kaptıran Z kuşağının öğrenmesi ve bilmesi gereken tarihi vakalardan bir tanesi 28 Şubat post modern darbesidir.
Bilinmesi gerekir ki; Cumhuriyet’in kurulmasından sonra, Türkiye’de birkaç askeri darbe olmuştur. Ancak askeri darbelerin neden yapıldığı, arkasında hangi sebep ve etkenler olduğu açıkça anlatılmamaktadır. Askeri darbelerin maksadı neydi? Askeri darbeleri yapan askerlerin dediği gibi gerçekten ülkenin huzuru ve bekası tehlikeye girdiği için midir?
Cumhuriyet tarihinden sonra; yeni kurulan hükümet-sistem, ülkenin refahını yükseltmek, bilgi ve teknolojide kalkınmak, sanayi kalkınması yapmak olmamıştır ne yazık ki. Tamamen bu milletin binlerce yıllık örf ve adetlerine, giyim ve kuşamlarına ve hepsinin üstüne sahip oldukları, İslam’a saldırmışlardır. Cumhuriyet tarihine baktığımızda inkılapların ne anlama geldiği ve niçin yapıldığı görülecektir.
Ancak bu necip millet tüm baskı ve dayatmalara rağmen hiçbir şekilde kendilerine giydirilmek istenilen deli gömleğini giymeye yanaşmamış, ısrarla örf ve adetlerine sarılmış, inançları gibi yaşamaya çalışmış ve aziz İslam’ın şiarlarına göre yaşamak için direnmiş, hem dinlerine hem dillerine sahip çıkmışlardır. Bunu bazen kanlarıyla, bazen göç ettirmekle, bazen zindan da yatmakla bedel ödemişlerdir. Bu aziz millet sürekli kendilerini yöneten ve gerçekte bu milletin inançlarına, örf ve adetlerine düşman kesilen bir elit tabakayı kabul etmemiştir.
Çok partili sisteme geçildikten hemen sonra bu millet kendileri gibi düşünen ve inançlarına saygılı olan partilere yönelmiş ve hemen akabinde bu ülkenin asıl sahipleri olduklarını zanneden bu elit tabaka bu partileri kapatmıştır. Sistem bir yandan halkın teveccühünü kazanan partileri kapatmış, diğer yandan halkı kendilerine göre terbiye etmeye çalışıyordu. Bu terbiye şekli; okullarda çağdaşlık adına yetişen yeni nesli inançsız ve tarihine söven bir nesil için ortaya çıkarmak için çabalarken, diğer yandan halkı örf ve adetlerini bırakmasını ve İslam’ın unutulması ve öğrenilmemesi için camileri ve şeyhleri çeşitli bahanelerle şehit etmeye devam ediyordu.
Bu aziz millet hiçbir şekilde kendilerine dayatılan, kendilerine ait olmayan ve inançlarına ters düşen yaşam tarzı kabul etmedi. Sürekli direnmiştir. İnançlarına, örf ve adetlerine sahip çıkmaya çalışmıştır. Milletin sözüne kulak veren, devlet ve millet bütünlüğünü tesis etmeye çalışan ve ülkenin kalkınması için çalışan partiler her defasında askeri darbelerle kapatılmıştır.
Askeri darbeler, Türkiye Silahlı Kuvvetlerinde yuvalanmış, milletinin ve ülkesinin çıkarından çok batılı ülkelere hizmet etmeye çalışan ve bu ülkenin tek sahibi olduklarını zanneden bir elit kesim tarafından yapılmaktaydı. Bu elit tabaka, bu milleti kendileri gibi düşünmeye ve kendileri gibi yaşamaya zorlamıştır. Yani bu millete, tarihten gelen ve tarihte kök salmış, üç kıtaya hükmetmiş şan ve şerefle yaşamış örf ve adetlerini ve İslam dinini bırakmaya zorlamaktı. Hizaya gelmeyeni dipçikle hizaya getirmeye çalışmaktı amaçları.
Bilakis bu aziz millet hiçbir şeklide örf ve adetlerini terk etmemiş, inançlarına kanları pahasına sahip çıkmışlardır.
Bu askeri cunta, aziz milletin getirdiği ve seçtiği başbakanları bile asmaktan çekinmemiştir. Ancak yine bu millet hiçbir zaman bu cunta ve onlar gibi düşünen partiye teveccüh göstermemiştir.
Askeri darbe üstüne darbeler yerken bu millet; tarihler yine 1997 Şubatı gösteriyordu. Bu aziz millet yine aynı şekilde 90 yıllık geleneği bozmamış, aynı şekilde kendileri gibi düşünen, devlet ve millet kaynaşmasını sağlayacak, ülkenin refahı ve kalkınmasını önceleyecek, milletin inançlarına saygı gösterecek bir siyasi oluşuma destek vermiş ve iktidara getirmişti. Ancak yine aynı şekilde askeriyede yuvalanmış ve bu milletin ve devletin sahibi olduklarını zanneden elit tabaka; askeri darbe yapmaktan çekinmemiştir. Ancak bu askeri darbe önceki askeri darbelerden farklıydı. Önceki askeri darbeler bu halka bu millete dipçikle hizaya getirmeye ve halkın kararlarını kanla bastırmaya, zindana atmakla veya idamla tehdit ettirmeye çalışılıyordu. Bu sefer 1997 yılı 28 Şubat’ın da bu şekilde olmadı. Bu sefer halkı dipçikle değil, eğitimle ve eğitimsizlikle, açlıkla ve zindana atmakla terbiye etmeye kalkıştılar.
Önce mevcut iktidardaki hükümete ayar vermeye kalkıştılar. Daha sonra bu milletin bir türlü kıramadıkları, uzaklaştıramadıkları örf ve adetlerinden inancından teveccühünü sosyal ve psikolojik olarak yürürlüğe koydular.
Gençlerin İmam-Hatip okullarına gitmemesi için bu okulların orta kısmını kapattılar. Olmadı bu okula gidenlerin üniversiteye girişlerinde puanlarının kesilmesi ve ilahiyat fakültesinden başka tercih etme hakları kaldırıldı.
Kuran kursları kapatıldı. Ve kuran öğrenme yaşı 12’ye yükseltildi.
Camiler sadece namaz vaktinde açık diğer zamanlarda kapatıldı.
Türkiye Silahlı Kuvvetlerinde namaz kılmayı bırakın; eşi, annesi başı örtülü diye veya babası sakallı olanların rütbesine bakılmaksızın işten atıldı.
Camiye namaz vaktinde giden gençler imamlar aracılığı ile tespit edilerek ilgili kurumlara iletildi.
Binlerce öğrenci başı örtülü diye üniversitelerin kapasına alınmadı, binlerce öğrenci okul hayatını bırakmak zorunda bırakıldı.
Binlerce başörtülü memur ve binlerce dindar memurlar işten atıldı.
Yardım kuruluşları kapatıldı. Yüzlerce dernek ve vakıf kapatıldı…
Hepsinin üzerine; bir de o günkü medya ve bir takım STK’lar bu post modern askeri darbeye sahip çıkmış ve bu oluşumlar ellerinden geleni arkalarına bırakmadı, özellikle bir kısım medya kuruluşları Müslüman avına çıkmışlardır. Bu darbeye sahip çıkan STK’lar da kendi bünyelerinde, fabrikalarında veya ilişkili lojistik hizmetlerinde çalışan sakallı insanları ya işten çıkartmış ya da sakallarını kestirtmiştir.
Bu ve benzeri sayamayacağımız kadar bu millete baskı uygulanmıştır. Değimiz gibi bu bunların tek derdi bu milletin tarihinden bağları koparmak, dinlerinden uzaklaştırmaktır. Ancak bu millet 28 Şubat döneminde çok zorluklar çekmiştir.
Ve en acısı bu darbeyi yapan asker görünümlü, vatan millet düşmanının söylediği sözdü. “Bu uygulamalar bin yıl sürecek” demişti. Eğer bizler, bize ve büyüklerimize dayatılan bize ait olmayan giyim-kuşamı, ahlakı, inançsızlığı, dünyevileşmeyi, sadece bu dünyada yaşayıp ahireti hesaba katmama anlayışı, yüce İslam’ın değerleri ve bize vaz ettiği emirleri yerine getirmesek, bu demek oluyor ki, bu komutanın yaptıkları ve söyledikleri gibi bu darbe halen devam etmektedir, ve biz hizaya gelmişiz demektir. Ve bizler büyüklerimize ihanet etmiş sayılacağız.
Eğer biz bu 28 Şubat darbesini kabul etmesek, lanetlersek ve bu komutanın koydukları ve yapmak istediklerinin tersine bir hayatı benimsersek; büyüklerimizin bize miras olarak bıraktıkları örf ve adetlerimize, giyim ve kuşamlarımıza, ahlak yapımıza ve inancımıza göre hayat sürersek demek ki biz bu darbeyi kabul etmemiş, büyüklerimizin yolunu seçtiğimizin göstergesidir.
Bugünün insanına, gencine düşen önemli husus şudur: Bizim büyüklerimiz, annelerimiz, babalarımız, ağabeylerimiz cumhuriyet tarihinden bu güne kadar hiçbir şekilde kendilerine giydirilmek istenen bu deli gömleği, yani çağdaşlık adına; örf ve adetlerinden ve en önemlisi İslam inancından koparılmak istenmiş, ancak tüm zorluklara rağmen kendi değerlerine sahip çıkmış ve bedel ödemekten kaçınmamıştır. Büyüklerimizin derdi, davası bize iyi bir hayat ve geçmişten gelen örf ve adetlerimize, giyim ve kuşamlarımıza, aile kurallarımıza ve İslam dininin bize vazettiği değerlere sarılıp, kişiliğimizi ve toplumumuzu inşa edip, İslami ahlakla büyütmektir.